Merhaba sevgili okur!
6 Şubat 2024 tarihi itibariyle geçen sene yaşadığımız deprem felaketinin üzerinden tam 1 yıl geçmiş olacak. Bu sebeple bugünkü yazımda 6 Şubat 2023 tarihinden sonra yazılmaya karar verilmiş ve Prof Dr. Ayşe Bilge Selçuk tarafından kaleme alınmış olan Psikolojik Sağlamlık kitabından yola çıkacağım.
Ancak bu yazımız kitap incelemesi gibi bir formatta olmayacak. Kitabın detaylı incelendiği bir YouTube videosu mevcut. İlgilenenleriniz bu videoya göz atabilir.
Ben biraz daha kendimizden, aslında hepimizin yaşadığı ama çok da konuşmaya fırsat bulamadığı şeylerden bahsedeceğim size.
Mesela ağlamaktan başlayabiliriz.
Ağlamamızı nasıl durdururuz? Bizi oradan, en dipte olduğumuzu düşündüğümüz andan ne çıkarır?
Ve “oradan daha erken çıkmayı başaranlar kimlerdir?” gibi soruların yanıtlarını bulmaya çalışacağız kitabımızın ışığında.
Kim Gözyaşlarını Daha Çabuk Siler?
“Psikolojik sağlamlık, aksine dinamik bir süreç; gözden geçirilen, geliştirilebilen ve aktive edilebilen bir özellik. İçinde bulunulan olumsuz duruma, olumlu şekilde adapte olmayı mümkün kılıyor. Tek bir formu da yok. Koşullar değiştiğinde psikolojik sağlamlığın formu da değişiyor. ‘Yataktan’ kalkamayacak kadar üzgün ve enerjisiz hisseden birinin kendinde güç bulup yataktan çıkması bile psikolojik sağlamlıktır.” diyor kitapta.
Yani bizim ağlama örneğimizden gidecek olursak; hiç ağlamamak değil de ağladığımızda gözyaşlarımızı silip, elimizi yüzümüzü yıkayıp tekrardan hayata dönebilmek psikolojik sağlamlıkla mümkün.
Peki Kimler Ağlamayı Daha Çabuk Durdurur, Yani Kimler Psikolojik Olarak Daha Sağlamdır?
Kitapta bunun için ilk olarak bilişsel esneklik kavramını ele almış yazarımız. Bilişsel esneklik ile kastedilen yeni durumlara adapte olabilmeyi başarabilmek. Zihninde sürekli belli kalıplarla sınırlı kalmayan, öyle de olabilir, bu durumda böyle hareket etmeliyim gibi düşünebilen kişiler bunu başarıyor.
‘Değişmeyen tek şey değişimdir’ sözünden hareketle hayatımızda sürekli olarak yeni şeylerin gerçekleşebileceğini kabul etmek önemli. Yani hayatın bize getirdiklerine karşı sürekli olarak direnç göstermek bizi bilişsel olarak esnek olmayan biri yapıyor.
‘’Katı olan şey kırılır, esnek olan ise uyum sağlar; yani gerektiğinde biçim değiştirir ve geri gelir.’’ Cümlesiyle de esneklik konusunu özetliyor yazarımız.
Bilişsel esnekliğin ardından öz düzenleme becerisi geliyor.
Öz düzenleme kişinin kendisini kontrol edebilmesi demek. Yani göz yaşlarını silmek için gidip mendil alması, sonra yüzünü yıkamak için lavaboya gitmeyi düşünmesi öz düzenleme becerisinin sonucunda gösterilen çabalardır. Bunu başarabilmek için duygularının farkına varmak, yani şu andaki duygusunun tam olarak ne olduğunu ayırt edebilmek önemli. Bizler duygularımızı ve düşüncelerimizi çoğu zaman ayırt edemiyoruz aslında. Genellikle bize ne hissettiğimiz sorulduğunda genelde bizi içinde bulunduğumuz duyguya götüren düşünceden bahsediyoruz.
Duyguya sebep olan düşüncenin farkına varmak da çok önemli. Çünkü çoğu zaman mantık dışı düşüncelerimiz bizi istemediğimiz duygulara götürüyor. O sebeple düşündüklerimizin farkına varmak için aklımızdan geçenleri bir kağıda yazıp nasıl bir mantık içinde olduğumuzu gözden geçirebiliriz.
Bir de olayın davranış boyutu var. Bizim örneğimizdeki davranış ağlamaktı. Ağlamanın kontrol altına alınması için önce bahsettiğim duygu ve düşünce boyutlarının ele alınması gerekiyor.
Kitapta tolerans penceresi başlığıyla ele alınan tolerans meselesi de var.
‘’Aynı olaydan bazımız daha çabuk etkileniriz; stres duygumuz daha hızlı yükselir, daha şiddetli hissedilir ve daha uzun sürer. Bazımızın etkilenmesi ise daha uzun zaman alır, duygumuz daha az yoğunlaşır ve süresi daha kısa olur.’’
Bunu sebebi bizim tolerans derecelerimizin genişliğinin farklı olmasıdır. Psikolojik sağlamlığımız için tolerans penceremizin geniş olması daha iyidir.
Şükür Meselesi
Burada olayı toksik pozitiflik gibi bir yerden ele almayacağız:
‘’Şükretmek, diğer insanlardan daha iyi durumda olmamızla değil; kendi durumumuzun olumlu yönlerini takdir etmemizle ilgili. Yani şükür, bir karşılaştırma yaparak göreceli olarak nerede durduğumuzda ilgili bir his değil; kendi başına, kendi içinde bir değerlendirmenin ortaya çıkardığı bir his. Öte yandan, bizde olan bazı olumlu taraflara herkesin sahip olmadığını fark etmek de, doğal olarak, şükran duyabileceğimiz şeyleri görmemize yardımcı olması bakımından yararlı. Olanı fark edebilmek şüphesiz önemli.’’
Kendimizi istemediğimiz düşüncelere, hislere sürüklememek için belki de birçoğumuzun anlatıldığı bir kavram olabilir şükür. Yani ağlayacak duruma gelmemek için bazen elimizdekileri değerlendirmek önemlidir.
Sağlam Kafa Sağlam Vücutta Bulunur
Özellikle teknolojinin hayatımıza girmesiyle birlikte çok daha az hareket eder olduk. Artık neredeyse her şeye oturduğumuz yerden ulaşabilme imkanımız var. Bazen bir yürüyüşe bile çıkma düşüncesiyle baş edemediğimiz oluyor.
Ancak psikolojik sağlamlık üzerinde fiziksel aktivitenin büyük bir yeri var. İnsan vücuduna odaklandığında aslında odaklanmaması gereken birçok şeyin üzerinden çekmiş oluyor dikkatini. Yani sağlam kafa sağlam vücutta bulunur sözündeki sağlam kafa sağlam bir zihin ve psikolojik sağlığımız olarak karşımıza çıkıyor bu sefer.
‘’Düzenli olarak spor yaptığımızda, kendi başımıza veya başkalarıyla oluşturduğumuz rutin, yani sporu günlük yaşamımıza dahil edebilmede gösterdiğimiz devamlılık bile başlı başına depresif hisleri hafifletebiliyor. Depresyon ve kaygıda hissedilen problemlerden biri, hayattaki kontrolü kaybetmiş olduğumuz düşüncesidir. Hayatımıza kattığımız bir etkinliği rutin haline getirmek, yani bir anlamda dış dünyamızı düzenlemek için iç dünyamızın da düzenlenmesine yardımcı oluyor. Spor bize varsaydığımız fiziksel sınırlarımızı ve bu sınırların aşılabilir olduğunu da gösteriyor. Bu farkındalık da kontrol hissini güçlendiriyor.’’ diye özetleniyor kitapta.
Şu Meşhur Mindfullness
Mindfullness’ın Türkçede en yakın karşılığı farkındalık. Yani geçmişi veya geleceği değil içinde bulunulan anı düşünüp bu anın gerekliliklerine odaklanabilmek. Son zamanlarda epey popüler olan meditasyonların da amacı bu. Kişiyi kaygılarından kurtarmak için yapılan çalışmalardan biridir meditasyon. Dikkatimizi ana odaklamak ve akışta kalabilmek üzerinde durulan ana meseledir. Schopenhauer’in Mutlu Olma Sanatı adlı kitabında çokça bahsedilen ve mutlu olmanın en önemli formülü olan akış, kişinin kendini zamanın getirdiklerine bırakması, sürekli geçmişi eleştirerek veya gelecekte ne olacağını düşünürsek değil, içinde bulunulan anda neler yapılabilir bakmak ve de anın keyfini çıkarmak. Bunu ‘pollyanna’cı bir yerden ele almak istemiyorum, demek istediğim kişi kişinin dikkati sürekli olarak geçmişte veya gelecekte olursa andaki birçok şeyi kaçırabilir. Zaten kaygılarımızın büyük bir çoğunluğu içinde bulunduğumuz ana değil, geçmişe veya geleceğe ait kaygılar. Kitapta;
‘’Duygu ve düşüncelerimizi değiştirmeye çalışmadan sadece gözlemlemek akışı mümkün kılıyor. Bunu yapabilmek, bir anlamda zihni terbiye etmeyi gerektiriyor.’’ diyor.
Bunun için özel bir zaman ayırmamıza gerek olmadığını da söylüyor. Yani bizler farkındalığı günlük hayata adapte edebiliriz. Örneğin bazen yürüyüş yaparken bir anda yavaşlatma düğmesine basıp az sonra gideceğimiz marketi veya dün aldığımız şampuanı değil de içinde bulunduğumuz anı, ağaçları, kuşları düşünüp onlara odaklanıp biraz olsun kendimizi rahatlatabiliriz. Bu sayede sonrasında vereceğimiz kararlar daha mantıklı olacaktır.
Başka Neler Var?
Son olarak zor zamanlarda bizleri ayakta tutan bazı etkenlerden bahsetmek istiyorum.
Bunların en başında sevdiklerimiz geliyor. Hayat Güzeldir filminde de ele alınan bir konu bu. Kişi içinde bulunduğu zor duruma bazen sevdikleri için katlanabiliyor. Filmdeki babayı hatırlayın, oğlu için nelere katlanıp üstesinden gelmişti?
İnsanın Anlam Arayışı kitabında da Nazilerin esir kampında daha çok direnenlerin bir gün burada kurtulup sevdiklerine kavuşma ümidi olan insanlar olduğundan bahsediyordu.
Bunun yanında her şeye rağmen kendilerine oyunlar bulanların, daha sağlam durduğunu da söylüyordu. Yani içinde bulunulan durum her ne kadar zor olursa olsun, kendilerini o durumda bile farklı bir şeye odaklanarak hayatta tutmayı başarmışlardı.
Din
Zor durumlarla başa çıkmada dinin de çok büyük bir etkisi olduğundan söz ediyor yazarımız. Kişi hayatın anlamını din ile açıklıyorsa, onun uğruna birçok şeye göğüs gerebiliyor. Her haliyle gözeten ve koruyan bunun yanında kişileri kurtuluşa erdireceğine inanılan bir Tanrının varlığı inancı kişiyi birçok durumda hayata tekrardan bağlıyor.
Mizah
Mizah benim için de zor durumlarda başvurduğum ilk durak. Egonun zarar görmemesi için geliştirdiği savunma mekanizmalarından da biri aynı zamanda. Yani aslında egoya gelen çok ağır bir yük var ve kişi bunun gülünç yanlarını bularak kendisinin zarar görmesini engellemeye çalışıyor. Travmalarımızı bile mizahla anlatır olduk artık. Çünkü ancak böyle başa çıkabiliyoruz belki de.
YouTube da mizah içerikli programların altındaki yorumlarda bunu net bir şekilde gözlemleyebiliyorum aslında. Kişi bazen ağır bir hastalıkla mücadele ederken kendini o zor durumdan biraz olsun uzaklaştırmak, acısını unutmak maksadıyla mizah içerikleriyle zaman geçirebiliyor. Gülmek insanın psikolojik sağlamlığına çok büyük bir fayda sağlıyor yani.
Sanat
Aslında halk tabiriyle ‘kafa dağıtmak’ için en iyi etkinliklerden biri sanatla ilgilenmek. Ancak sadece bunun için de değil; insanların kendilerini ifade etmeleri, duygularını bir şeyler üzerinde gösterebilmeleri için de önemli sanat. İnsanın ruhunu besleyen, hayata bakış açısını değiştirebilen bir alan. Bu sebeple psikolojik sağlamlık için de kıymetli görülüyor. Yani sanatla ilgilenmek kişiye iyi geliyor, kendisini bulmasını sağlıyor.
İşin Felsefesi
Bunlara ek olarak Stoacı felsefeyi ele alıyor yazarımız.
‘’Stoacılık felsefesinin temelini oluşturan 4 temel değer; bilgelik, ölçülülük, adalet, cesaret.
“Bilgelik; akla ve mantığa dayalı düşünmeyi, öğrenmeyi salık veriyor. Ölçülülük ise sabırlı olmak ve aşırı tepkilerden kaçınmakla ilgili. Adalet her koşulda adil davranmayı, cesaret sadece olağandışı durumlarda değil günlük yaşam koşullarında da netlik ve bütünlüğü olan kararlar almayı anlatıyor.’’ olarak özetlemiş yazarımız. Aslında psikolojik sağlamlık için benimseyebileceğimiz belki de en akla uygun görüşlerden biri bana göre. Çünkü psikolojik sağlamlığın tüm gerekliliklerini karşılayacak öğretileri var. Bunlardan en ilgimi çekeni doğayla iç içe olmak.
İnsanlar Sanayi Devrimi ile birlikte kent hayatını geliştirdiler ve bizler betonların arasında yaşar olduk. Aslında bu bizlerin çoğu zaman doğadan uzak yaşamasına ve kendimizi dinlendirecek yerlerden uzak kalmamıza sebep oluyor.
Bazen tüm günün yorgunluğuyla evimize dönmeye çalışırken yolun kenarında gördüğümüz yemyeşil ağaçlar, bazen bir göl ne kadar da hoş gözüküyor gözümüze. İnsan dinlenmek, kendini toplamak, düşüncelerini düzene sokmak için daha çok doğayla vakit geçirmeli diyor Stoacı felsefe.
Stoacı felsefe çok daha detaylı konuşulması gereken bir konu benim gözümde . O sebeple yazımı artık burada noktalayıp belki birgün bu felsefe üzerine daha çok yazabildiğim bir yazıyı sizlerle buluştururum diyorum.
Son günlerde bana ilham olmuş Martin Luther King’in bir sözüyle bitirmek istiyorum: ‘’Uçamıyorsan, koş; koşamıyorsan, yürü; yürüyemiyorsan, sürün ama ne yaparsan yap, ileri doğru hareket et.’’
Yazar: Şeyma Yılmaz
Editör: İrem Ülkebay