Merhaba sevgili okurum. Bugünkü yazımda, sessizlikten ve getirdiği şeylerden, onu gürültüden nasıl ayırabileceğimizden bahsedeceğim. Bahsederken bazı olaylara da değineceğim, umarım seversin yazımı. İyi okumalar!

 

Şaşırmanın Ne Kadar Gerekli Olduğu Hakkında

Yazımı, bu sabah gördüğüm bir haberden sonra farklı bir yöne çevirmek istiyorum. Haber, Pakistan’da İslam’a hakaret etme suçundan öldürülen bir çocukla ilgili. Bu habere ve  ayrıntıları karşısında dehşete düştüm ve haberin ayrıntılarını araştırmaya devam ettim. Haberdeki çocuk henüz 22 yaşındaydı, benimle aynı yaşta. Çok fazla hayali ve idealleri vardı, savunduğu fikirleri; hayat görüşleri. Bazılarından farklı olsa da, yine de vardı ve bu sebepten öldürülmüştü. Bu haberle ilgili bulduğum başka bir kaynakta  Che tişörtü giydiği yazıyordu ve bu da linçlemelerin bir parçasıydı, giydiği bir tişört. Küçükken abimin de aynı tişörtü giydiğini hatırladım, sonra coğrafya kaderdir sözü geldi aklıma. 

Aynı çocuk dünyanın başka bir yerinde doğmuştu ve sırf bu sebepten öldürülmüştü. 

Haberin devamında yurt odası gösteriliyordu, duvarında yazılar vardı, yatağında giysileri, kendisinden geriye kalanları. 22 yaşındaydı henüz, benimle aynı yaşta. Fikirlerin dünyayı değiştirebileceği geldi aklıma; ve aynı zamanda mahvedebileceği de. Mahvettiğimiz bir dünyayla ve insanlarla karşı karşıyayız. Bitirdiğimiz hayatların her biri kendi içinde bir dünyaydı, her gün azalan ve artan suçlardaki öldürülen insan sayılarını izlerken bunu unuttuğumuzu fark ediyorum.

Tüm bu dehşet verici haberler karşısında insani duygularımızı git gide yitiriyoruz, en dehşet vericisi de; alışıyoruz.

Şaşırma duygumuzu da yitiriyoruz ve bence bu en tehlikelisi. Ve bu duygumuzu yitirdikçe, her gün daha da sessizleşiyoruz. Duyarsızlaşıyoruz, buna itiliyoruz. Sessizlik, çoğu zaman huzurlu gelir fakat bazen de gürültülü sestir, özellikle de ses çıkartılması gereken bir yerdeyse bu. Peki neden sessiz kalıyoruz? Ses çıkartmak anlam ifade etmediği zaman da sessiz kalabiliyoruz. Ya da olan biten karşısında yeterince dehşete düşmediğimiz zaman.

Bana kalırsa, empati ve vicdan duygusu dünyada olan biten karşısında dehşete düşmek, kaygılanmak ve üzülmekle körüklenen en insani duygular, aynı şekilde şaşırmakla da birlikte gelen. Artık maalesef alıştık ve şaşırmıyoruz, korkunç haberler karşısında tepkisiz kalıyoruz çünkü aynı haberleri yüzlerce kez duymuşuz, sadece isimler değişmiş ama olaylar aynı. Her gün dünyanın her yerinde binlerce kadınımız öldürülüyor. Ve bir katledilme haberi duyduğumuzda mimik dahi oynatamıyoruz. Katledilen her kadıın  da kendi içinde bir dünya olduğunu unutuyoruz, o kadın katletildiğinde sadece onu değil; onunla birlikte çevresinde yarattığı o muhteşem etkiyi de öldürüyorlar. Çevresindeki insanları ve o dünyaya sunduğu o müthiş etkisini de. Buradan öldürülen her kadını da saygıyla anıyorum ve çevresine dayanma gücü diliyorum.

 

Nasıl Ses Çıkartılır? 

Peki ya sessiz kaldığımızda ne olur, sessizlik nedir? Nasıl ses çıkartılır? Bana kalırsa, mantıksız ve fayda vermeyecek, sadece insanları rahatsız edecek bir gürültü sessizlikten çok daha iyidir. Çünkü akılcı olmayan ve bir işe yaramayacak bi ses zaten ‘’gürültü’’ gibi gelir insanlara, arka planda çalar sadece ve git gide duyarsızlaştırır diğer seslere de. Bu yüzden bence, neye ses çıkartacağımızdan çok nasıl çıkartacağımız daha önemli. Dünyada olup biten her şeye müdahale edemeyiz, sesimizi çıkartamayız ve olanlar için çoğu zaman elimizden bir şey gelmeyebilir. Ama yapabileceklerimiz ve yaptığımız şeyler doğrultusunda ufak da olsa bazı akışlara yön verebileceğimizi düşünüyorum. Ben de sesimi çıkarmayı, yapmayı en sevdiğim alanla, yazı yazmakla yapabileceğimi düşündüm, büyük kitleler tarafından okunmasa da yazım; on beş kişi bu yazıyı görse ve içlerinde bir yere dokunabilsem benim için çok değerli.

Bu noktada durup, blog ekibimden sevgili arkadaşım Şeyma Yılmaz’ın çok etkilendiğim bir yazısının linkini ekliyorum. Anlattığı konu ve anlatış şekli, savaşın vahşeti ve iç yüzünü anlatırken duyduğu empatik yaklaşım beni çok etkilemişti. Okumanızı tavsiye ederim.

 

 

 

Ayağa Kalkmak: Bu da Bir Sestir

Her ses işitilebilir olmaz, çünkü her ses farklı yerlerde gerçekleşir, hitap ettiği kitle farklıdır. Ses çıkarttığınızda, bunun duyulmayacağını bilirsiniz bazen; bu yüzden çıkartmamayı tercih edebilirsiniz. Bazen yanlış yerdesinizdir ama bunu da değiştiremiyor olabilirsiniz. Kendi içinizde yıktığınız her ön yargıyı ve oluşturduğunuz aydınlık ve yapıcı fikirleri kutlayın bana kalırsa, çünkü bu en zor olanıdır.

 ‘’İnsanlar neler yapıyor,’’ cümlesini pek çok defa duymuşsunuzdur, hatta belki çoğu zaman kendinize de söylemişsinizdir bunu. Kadınlar Gününde okulunuz olduğu için, çalıştığınız için ya da sadece gidemediğiniz için o yürüyüşe katılamamış olabilirsiniz, Instagramda herkesin paylaştığı bir yas haberini paylaşmak istememiş olabilirsiniz, insanlar da sizi bunun için yargılayabilir. Böyle durumlarda dışarıdaki ve kendi içinizdeki seslere aldırış etmemek de zordur, fakat sadece ses çıkartmanın bunlardan ibaret olmadığınızı hatırlamanızı isterim. Şu ana kadar verdiğiniz kararları düşünün, kendi adınıza ve başkaları adına ayağa kalktığınız zamanları. Yardım ettiğiniz insanları, ki bunun büyüğü küçüğü yoktur, imkanlarınızı ne denli zorladığınızı. Hep daha fazlasını yapabiliriz, ama yapamadığımız zamanlarda da, bence, kendimizi suçlamamayı, suçladığımızda da affetmeyi öğrenmemiz gereklidir. Çünkü affetmekten doğan bir empati hissi de vardır, o empatiyi kendimize karşı duyamazsak başkalarına karşı ne kadar anlayışlı olabiliriz ki?  

Ve bence en önemlisi: ayağa kalkmak da bir sestir ; o sırada ayaklarınız yere basar, merdiveni çıkar, ayakkabılarınızın topuklarından tüm dünya duyamasa da onu, bir tür tıkırtı sesi çıkar ve bu ses yeri gelir dünyayı değiştirebilir. Sadece bu sesin farkında olun isterim, o tıkırtı sesiyle neleri başarabileceğinizi. Dünyanın bir yerindeki ufak bir tıkırtı sesi, yeri geliyor dünyanın öbür ucunda devrim yaratabiliyor. 

 

Yazımı ortaokulda keşfedip o zamanlarda defalarca kez izlediğim, şu ana kadar bana çok ilham vermiş Ölü Ozanlar Derneği filminden bir sözle noktalamak istiyordum.

 

“You must strive to find your own voice, boys, and the longer you wait to begin, the less likely you are to find it at all.”

Kendi sesini bulmalısınız, ve başlamak için ne kadar uzun beklerseniz, bulmanız o kadar güçleşecek, diyordu Robin Williams bu filmdeki repliğinde.  Bu söz bana filmde en ilham veren replik olmuştu. Umarım sana da ilham vermiştir sevgili okurum.

Görüşmek üzere!

 

 

 

 

Ada Nuhoğlu

Tavsiye Edilen Yazılar

2 Yorumlar


Bir Yorum Ekle

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir